19 Mayıs 2015 Salı

Karabasan

Medya Günlüğü'nde 17.2.2015 tarihinde yayınlanan yazım. Özgecan cinayeti sonrasında... )

Karabasan gibi bir şey bu. Hani bir kabustan uyandım sanıp da bağırmaya çalışırsın, sesin çıkmaz. 

Öyle bir şey...

İlk başta her baba gibi, evladını koklarken bile, ona bakarken bile içi titreyen biri olarak ben de "Versinler, ben rahatlıkla parça parça doğrarım" dedim. Ancak memleketin cinnet iklimi beni kendime çabuk getirdi. 

Mücadele edilmesi gereken tek şey var; her türlü aftan muaf, ama kesinlikle muaf, ömür boyu ağırlaştırılmış (ne kadar ağırlaştırılabiliyorsa o kadar) hapis için verilecek mücadele. Çünkü bu en büyük ceza.  

Eminim ölüm şu an o üç tanımlanamaz yaratığın çok istediği bir şey.  Biliyorlar ki karanlık bir hücrede, acı içinde ve kendilerini kendi tırnaklarıyla parçalamaya yetecek kadar uzun yıllar “yaşatacak” ömürleri var o lanet bedenlerinde… 

Bu ceza aynı zamanda, hem o tanımlanamaz üç yaratığa, hem de bu büyük ve tarifsiz anne-baba acısını hiçe sayıp bu işten siyasi çıkar edinmeye çalışan ahlaksızlara ve maddi mi ne olduğu belli olmayan çıkarlar edinmeye çalışan medya maymunlarına da verilmiş olur! 

Çok şeyler hissediyorum ama matem saygısını yitirmiş, o anne-babayı bir an bile düşünemeyecek hale gelmiş memleketime daha fazla söyleyeceğim bir şey yok!  

Çünkü;

Karabasan gibi bir şey bu. Hani bir kabustan uyandım sanıp da bağırmaya çalışırsın, sesin çıkmaz. 

Öyle bir şey...



Yolcu